Politika

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu toplandı (1)

- SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü Prof. Dr. Murat Yeşiltaş: - '(Terörsüz Türkiye süreci) Bu adım, yalnızca güvenlik bakımından değil, Türkiye'de demokrasinin konsolidasyonu, büyük ve kapsamlı bir toplumsal barış, ulusal birlik ve bütünlük açısından da tarihselliği olan bir adımdır' - RAWEST Araştırma Direktörü Roj Esir Girasun: - 'Araştırmalarımızda gördüğümüz en net sonuç şuydu, Kürtlerin sosyolojik değişimi kaçınılmaz olarak bir çözümü dayatıyor' - Kürt Çalışmaları Merkezi (KSC) Başkanı İbrahim Reha Ruhavioğlu: - 'Son birkaç yılda örgütün silahlarını bırakmasına kategorik destek sunanların oranının yükseldiğini görüyoruz. Bugün, silahlı mücadeleyi önceleyenlerin oranı yüzde 10'un altına düştüğü gibi bir vakayla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu süreç bir sosyolojik zeminin üzerine oturuyor'

TBMM (AA) - 'Terörsüz Türkiye' hedefi doğrultusunda TBMM'de kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunda düşünce kuruluşlarının temsilcileri görüşlerini dile getirdi.

Komisyonun 12. toplantısı, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un başkanlığında TBMM Tören Salonu'nda yapıldı.

İlk oturumda, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Dış Politika Araştırmaları Direktörü Prof. Dr. Murat Yeşiltaş, Türkiye'nin 40 yılı aşkın süredir devam eden bir terör sorununu sona erdirme noktasına yaklaştığını belirtti.

'Terörsüz Türkiye' sürecine ilişkin Yeşiltaş, 'Bu adım, yalnızca güvenlik bakımından değil, Türkiye'de demokrasinin konsolidasyonu, büyük ve kapsamlı bir toplumsal barış, ulusal birlik ve bütünlük açısından da tarihselliği olan bir adımdır.' ifadesini kullandı.

PKK terör örgütünün silah bırakmasının, sadece ilk adımlardan biri olduğunu dile getiren Yeşiltaş, 'Kalıcı barışın tesis edilmesi için daha kapsamlı ve dayanıklı bir mimarinin inşa edilmesi zorunlu görülmektedir.' dedi.

Türkiye için asıl meselenin, silahların bırakıldığı bu dönemi toplumsal barışın kalıcı hale geldiği bir sürece dönüştürmek olduğunu vurgulayan Yeşiltaş, süreci hem bölgesel gelişmeler hem de uluslararası sistemdeki gelişmelere odaklanarak ele almak gerektiğine dikkati çekti.

Silahsızlanmanın kalıcı olabilmesi için 'DDR' olarak ifade edilen 'silahsızlanma, terhis ve yeniden entegrasyon' süreçlerinin dikkate alınması gerektiğini aktaran Yeşiltaş, fakat Türkiye'nin özgünlüğünü hedefleyen daha derin bir stratejik çerçeveye ihtiyaç olduğunu vurguladı.

Yeşiltaş, bu çerçeveyi 'hukuki derinlik', 'siyasi ve toplumsal derinlik', 'güvenlik derinliği', 'kurumsal derinlik', 'ekonomik derinlik', 'normatif derinlik' ve 'dış politika-jeopolitik derinlik' olarak sıraladığı başlıklar üzerinden anlattı.

Bu konudaki araştırmalara katılanların yüzde 62'sinin 'sürecin başarısız olması halinde Türkiye'de şiddet olaylarının yeniden artacağını düşündüğünü' aktaran Yeşiltaş, 'Saha araştırmalarında gördüğümüz husus, güvenlik pratiklerinden asla vazgeçilmemesi gerektiği, devletin egemenliğini çeşitli şekillerde, günlük pratiklerde zayıflatacak herhangi bir durumun toplum tarafından kabul edilmediğini, bölge halkı açısından da bu durumun son derece kritik olduğunu müşahede etmiş bulunuyoruz.' diye konuştu.

'Dış politika-jeopolitik derinlik' kavramına da değinen Yeşiltaş, 'Yürütülen sürecin tamamını Suriye'ye bağlamanın, sürecin yürütülmesi açısından birtakım sorunlar ortaya çıkaracağını ama aynı zamanda Suriye'den tamamıyla bağımsız bir şekilde inşa edilecek sürecin de toplumsal destekten, siyasi destekten son derece uzak bir sonuçla bizi karşı karşıya bırakacağının altını çizmemiz gerekir.' yorumunu yaptı.

İsrail'in son aylarda yürüttüğü siyasetin, Suriye açısından büyük bir risk oluşturduğunu dile getiren Yeşiltaş, 'YPG ekseninde devam eden sürecin de Suriye'nin kalıcı istikrarını sağlaması açısından çok ciddi risklere gebe olduğunun farkındayız.' ifadesini kullandı.

Yeşiltaş, sahada yaptıkları görüşmeler sonucu iki temel model üzerinde durduklarını dile getirerek, şunları kaydetti:

'Elde edilmiş defacto bir otonom özerk bölge ilanı söz konusu bu model üzerinden ilerleyebiliriz. Diğer bir model ise 10 Mart'ta merkezi hükümet ile imzalanan 8 maddelik anlaşma modelinin ortaya koyduğu ama detaylarının elbette çalışılabileceği daha merkeziyetçi, Suriye'nin üniter yapısının korunduğu ve istikrarın göreceli olarak hızlı ulaşıldığı bir model. Bunlardan ikisini de çok detaylı çalıştığımızda, istikrar testi yaptığımızda, egemenlik testi yaptığımızda, dış aktör bağımlılığı testi yaptığımızda, birinci modelin her türlü simülasyonda başarısızlıkla sonuçlandığını, daha fazla istikrar getirmediğini, daha fazla çatışma potansiyeli taşıdığını ve dışarıya bağımlı hale getirdiğini görüyoruz ama ikinci modelin daha fazla istikrar, her türlü simülasyonda ise daha fazla düzen ortaya çıkardığını ve barış ortaya çıkardığını görüyoruz. Suriye'deki ortaya koyulacak pratik, varılacak uzlaşı, Türkiye'deki sürecin başarılı bir şekilde hayata geçirilmesi açısından da son derece kritik olduğunu belirtmek isterim.'

- 'Türkiye toplumunun iknası Komisyon'un önemli bir görevi'

Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) Başkanı Mesut Azizoğlu, 'Kürt meselesi'nde daha önce hiç yaşanmamış yeni bir döneme girildiğini, bu yeni dönemin herkese 'Kürt meselesi'yle ilgili yeni şeyler söyleme zorunluluğu ve imkanını verdiğini söyledi.

'Kürt meselesi'ndeki çözümsüzlüğün Türkiye'ye etkilerinin son dönemlerde daha fazla hissedilmeye başlandığını aktaran Azizoğlu, çözümsüzlüğün sadece Kürtlere değil bütün Türkiye'ye kaybettirdiğini vurguladı.

Toplumun Komisyon'dan beklentilerinin bulunduğunu belirten Azizoğlu, 'Öncelikli olarak sürecin hukuksal altyapısını oluşturmakla ilgili bir beklenti var. İkinci olarak da, toplumsal rızanın üretilmesi, adalet duygusunun sağlanması ve geleceğe yönelik ortaklaşmayla ilgili Komisyon'dan beklentiler var. Çözüm için ikna edilmesi gereken kesim Türkler, adalet duygusunun sağlanması ile ilgili muhatap da Kürtler. Türkiye toplumunun iknası komisyonun önünde önemli bir görev olarak duruyor.' ifadelerini kullandı.

DİTAM Başkan Yardımcısı Sedat Yurtdaş ise Kürt kimliğinin anayasal düzeyde tanınması ve Kürtçenin anaokuldan üniversiteye kadar eğitim hayatında, yayında, medyada ve kamusal hayatta 'özgürce kullanılması' için yasal güvenceye kavuşturulması gerektiğini söyledi.

Yurtdaş, 'Bugün söylenen sözlerin hayata geçirilmesi, kararlılık ve irade ile uygulanması zamanıdır. Bu iradeyi ortaya koymaya fırsatına sahipsiniz.' dedi.

- 'Kürtler hem Türkiyeleşiyor hem de Kürt kimliklerini sahiplenmeleri güçleniyor'

RAWEST Araştırma Direktörü Roj Esir Girasun, 'Terörsüz Türkiye' sürecinin hayata geçmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, 'Araştırmalarımızda gördüğümüz en net sonuç şuydu, Kürtlerin sosyolojik değişimi kaçınılmaz olarak bir çözümü dayatıyor.' değerlendirmesinde bulundu.

Girasun, araştırmalarda buldukları en güçlü ve ilginç verinin ise, 'Kürtler hem Türkiyeleşiyor hem de Kürt kimliklerini sahiplenmeleri güçleniyor.' tespiti olduğunu aktardı.

Bu sosyal değişim ve dönüşümün Kürtlerin silahlı mücadeleye bakışını da değiştirdiğini anlatan Girasun, konuşmasını şöyle sürdürdü:

'Bizim süreçten önce yaptığımız araştırmalarda Kürtlerin yüzde 65'i silahla hak aranmasına kategorik olarak karşı. Geriye kalan yüzde 35'i oluşturan yüzde 20'lik kesim ise kaygılı ve tereddütlü. Sadece kalan yüzde 15'lik kesim silahla hak aramaya onay veriyor. Bu oran 1990'lardan bugüne kadar yaşanan büyük değişimi gösteriyor. Bu değişimle paralel olarak Kürt toplumu siyasete daha fazla güvenmeye ve siyasi yollarla hak aramaya destek vermeye başladı.'

'Terörsüz Türkiye' ile ilgili yapılan araştırmalara da değinen Girasun, 'Toplumun sürece verdiği desteğin yüzde 70'lere yaklaştığını görüyoruz. Bununla beraber, sürecin başarılı şekilde yürütüldüğünü düşünenlerin ve sürecin başarıyla sonuçlanacağına inananların oranı yüzde 40-45 bandında seyrediyor. Bu da sürece olan destek ile güven arasındaki makası gösteriyor.' diye konuştu.

- 'Silahlı mücadeleyi önceleyenlerin oranı yüzde 10'un altına düştü'

Kürt Çalışmaları Merkezi (KSC) Başkanı İbrahim Reha Ruhavioğlu, son 40-50 yılda yaşanan dönüşümlerin Kürt toplumunu da etkilediğini ve göç dalgasıyla aslında başlayan devinimin sonunda Kürtlerin modern dünyaya entegre olma çabası içine giren bir topluma dönüştüğünü aktardı.

Bu durumunda 'silahlı mücadele yöntemini' Kürtler için giderek zayıf bir seçenek haline dönüştürdüğünü belirten Ruhavioğlu, 'Son birkaç yılda örgütün silahlarını bırakmasına kategorik destek sunanların oranının yükseldiğini görüyoruz. Bugün, silahlı mücadeleyi önceleyenlerin oranı yüzde 10'un altına düştüğü gibi bir vakayla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu süreç bir sosyolojik zeminin üzerine oturuyor. ' değerlendirmesini yaptı.

Kürt kimliği güçlenirken Türkiye'ye aidiyetin zayıflamadığını tersine yükseldiğini aktaran Ruhavioğlu, 2 yıl arayla yaptıkları araştırmaya göre Kürtler arasında Türkiye'ye ait hissedenlerin oranının yüzde 52'den 65'e yükseldiğini bildirdi.

Kürtlerin talep ve beklentilerine değinen Ruhavioğlu, 'Kürtler nezdinde durumu eksiden sıfıra getirecek iki mesele, kayyumların geri çekilmesi, Selahattin Demirtaş şahsında temsil edilen bütün siyasi tutukluların serbest bırakılması. Bu, durumu eksiden sıfıra getirecek, sürece büyük bir sinerji katacak bir vaka. Sıfırdan ileriye Kürtlerin beklentileri ana dil meselesi, siyasi katılım, eşitsizlik ve anayasal tanınma.' şeklinde konuştu.

Ruhavioğlu, TBMM Başkanı Kurtulmuş'un bazı Komisyon üyeleriyle Diyarbakır'da Amedspor maçını, DEM Parti'lilerin de Türkiye Milli Takımının maçını protokol tribününde izlemelerini önerdi.

Ekopolitik Kültür, Eğitim ve Araştırma Vakfı (EKEAV) Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Tarık Çelenk, 2008-2011 yılları arasında yaptıkları çalışmaları anlatarak, 'Kürt sorunu gerçekte bir Orta Doğu sorunudur.' dedi.

Türkiye'de, Türkler ve Kürtlerin iç içe geçmiş yapıda olduğuna işaret eden Çelenk, 'Kültürel zenginliğin ve etnik özelliğin güçlenmesi ortak aidiyetin ve güven bağlarının güçlenmesine hizmet edebilirse kardeşlik projesi gerçek büyüsünü gösterebilir.' dedi.

(Sürecek)