ABD, İsrail’in Gazze’de işlediği katliamın ve soykırımın bedelini ödemeden hangi barıştan söz edebilir? Bir yandan İsrail’in varlığını güvence altına alıyor, Ortadoğu’daki stratejik hâkimiyetini pekiştiriyor; öte yandan “hadi aranızdaki barışı sağlayalım” diyerek kendi söz sahibi olma hakkını ilan ediyor. ABD, çıkarı gerektirdiğinde bölgede savaşı kışkırtır, çatışmayı derinleştirir; ardından “barışı ben sağladım” diyerek yeni ekonomik ve siyasi dengelerin anahtarını eline alır. Bu, gerçek bir barış değil; katliamın, soykırımın ve sömürü anlayışının resmîleştirilmesidir.
Barış Söylemi mi, Sömürü Kılıfı mı?
Ortadoğu’da “barış” artık bir kavram olmaktan çıkmış, stratejik çıkarların örtüldüğü bir kılıfa dönüşmüştür. ABD’nin öne sürdüğü “barış planları”, bölge halklarının refahını gözetmiyor; sadece İsrail’in güvenliğini, enerji koridorlarını ve Washington’un küresel nüfuzunu pekiştiriyor. Gazze açıklarında keşfedilen doğalgaz rezervleri, insani dramın gölgesinde diplomatik pazarlık masalarının en değerli konusu hâline gelmiş durumda. İnsani yardım söylemleri çoğu zaman yeni ekonomik paylaşım düzenlerinin perde arkası işaretlerini gizliyor.
ABD, askeri ve diplomatik araçlarla bölgeyi denetim altında tutarken, enerji, finans ve medya üzerinden “yumuşak güç”le kalıcı hâkimiyet inşa ediyor. Peki, barış lafı edildiğinde akla gelen soru şudur: Barış hangi koşullarda, kimin lehine sağlanıyor ve bedelini kim ödüyor?
Algı Yönetimi ve Savaşın Maskelenmesi
Bir fotoğraf, bir başlık, bir etiket… Küresel medya, bu sembollere sarılarak Washington’un kurduğu anlatıyı tekrar tekrar yayınlıyor. “Barış Başkanı” etiketi yapıştırılan lider, kamuoyunun gözünde arabulucu ve düzen kurucu olarak onaylanıyor. Oysa sahada yaşananlar bambaşka: bombalanmış mahalleler, enkaz altındaki bebekler, annelerinin kucağında ölen çocuklar, açlıktan ölen bebekler ve göç eden milyonlarca insan.
ABD’nin stratejisi, savaşın üreticisi olmayı ve ardından barışçı göstererek elde ettiği nüfuzu ekonomik ve siyasi avantaja dönüştürmeyi hedefliyor. Savaşın maliyeti bölge halkına ödetilirken, kazanç müttefiklerine ve küresel şirketlere aktarılıyor. Barış adı altında örülen bu düzen, adaletin ve insan onurunun yerini çıkar hesaplarına bırakıyor.
Tarihsel Süreklilik: Değişen Maskeler, Aynı Mantık
Ortadoğu halkları için değişen pek bir şey yok: Başka başkanlar, farklı söylemler, ama aynı mantık. Soğuk Savaş döneminde Sovyet nüfuzuna karşı denge kurma kaygısıyla başlatılan politikalar; 1990’ların Körfez müdahaleleri, 2000’lerin Irak işgali, 2010’ların Arap Baharı sonrası müdahaleler… Hepsi aynı mantığın farklı tezahürleri. Bugün ise bu mantık, enerji, teknoloji ve medya üzerinden devam ediyor.
ABD, İsrail’i ana stratejik ortak olarak konumlandırdığı sürece bölgede gerçek barış mümkün değildir. Çünkü İsrail’in garantisi, Washington’un Ortadoğu’daki sömürü şemsiyesinin en etkin aracıdır. Bu şemsiye kalkmadıkça, Gazze’de beton yığınları altında kalan bebeklerin, annelerinin kucağında ölen çocukların ve açlıktan ölen bebeklerin adaleti sağlanmadan, bölge halkları özgürlük, adalet ve kalıcı barış taleplerini sürekli ertelemek zorunda kalacaktır.
Etik Boyut: Vicdanın Tükenişi
Gazze yalnızca bir coğrafya değil; insanlığın vicdanının sınandığı bir yerdir. Bir toplumun sistematik biçimde maruz kaldığı şiddet ve soykırımın uluslararası sistem tarafından hâlâ yumuşatılarak sunulması, etik bir iflası gösterir. Barış, önce adaletle mümkündür. Hesap sorulmadan ve sorumlular bedel ödemeden “barış” adı verilen anlaşmalar, suçun ve sömürünün aklanmasına hizmet eder.
Uluslararası hukuk, savaş suçları ve insan hakları normları göz ardı edildiğinde, diplomasinin dili boşalır. Adaleti gözetmeyen diplomasinin sonucu, kalıcı barış değil, geçici huzursuzluk ve derinleşen travmalardır.
Son Söz: Barış, Hesap Sormakla Başlar
ABD, İsrail’in Gazze’de işlediği katliamın ve soykırımın hesabını sormadan, bu coğrafyada gerçek barış tesis edemez. “Barışı ben sağladım” demek, önce neden barış gerektiğini ve kimin zarar gördüğünü kabul etmekle başlar; ardından sorumlular adalet önüne çıkarılır. Aksi takdirde “barış” iddiası, sadece katliamı, soykırımı ve sömürüyü resmîleştirme girişimi olarak tarihe geçer.
Bugün yapılması gereken, fotoğrafların altındaki unvanların ötesine bakmaktır. Barış, bir portre altındaki sloganla gelmez; hakikati söylemek, bedel ödetmek ve adaleti tesis etmekle gelir. Gazze’nin çocukları, beton yığınları altındaki bebekler ve açlıktan ölen çocuklar adalet istemektedir; dünya eğer gerçekten barışı arıyorsa, önce onlara kulak vermeli, vicdanını açmalı ve hesap sormalıdır.