Tarih, Mısır’ın binlerce yıldır Nil Nehri’nin bereketiyle hayat bulduğunu; fakat aynı toprakların yanı başında Gazze’nin susuzluktan kavrulduğunu yazacaktır. Nil’in sularını kendi güvenliği için titizlikle kontrol eden Kahire’nin, Gazze’ye açılan tek nefes borusu olan Refah Kapısı’nı çoğu zaman kapalı tuttuğunu da not edecektir. Bu satırlar, suyun, toprağın ve sınırların bir silah gibi siyasallaştırıldığı, kardeşliğin duvarlar ardına hapsedildiği bir çağın utanç vesikası olarak kalacaktır.
Tarih, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin petrol ve doğal gaz denizlerinin üzerinde oturduklarını; bu servetlerin lüks eğlence projelerine, milyarlarca dolarlık festivallere, ışıltılı gökdelenlere ve devasa spor organizasyonlarına harcandığını yazacaktır. Aynı dönemde Gazze’de hastanelerin yakıtsızlıktan çalışamaz hale geldiğini, çocukların oksijen cihazsızlıktan öldüğünü ve karanlığa gömülmüş koridorlarda hayatla ölümün birbirine karıştığını da ekleyecektir. Körfez’in parıltılı geceleriyle Gazze’nin karanlığa gömülmüş geceleri arasındaki uçurum, insanlığın vicdanında kapanmaz bir yara olarak kalacaktır.
Tarih, İslam dünyasının toplamda elli milyondan fazla askere sahip olduğunu; fakat Gazze’de akan kanı durdurmak için tek bir adım atmadığını kaydedecektir. Türkiye’den Pakistan’a, Mısır’dan Endonezya’ya kadar ordularıyla övünen devletlerin, yalnızca kınama mesajlarıyla yetinip Gazze’nin düşüşünü seyirci gibi izlediğini yazacaktır. Bu, sadece bir siyasî zaaf olarak değil, aynı zamanda ümmetin vicdanındaki en büyük boşluklardan biri olarak hatırlanacaktır.
Tarih, Gazze’de insanların bir lokma ekmek, bir damla su, bir yudum süt bulamazken; Arap başkentlerinde ihtişamlı dans partilerine, milyarlarca dolarlık gösterilere ve gösterişli saraylara servetler harcandığını kaydedecektir. Lüksün zirvesine çıkmış şehirlerin sokaklarında yankılanan müzik ile Gazze’de açlıktan ağlayan çocukların feryadı arasındaki çelişki, tarih sayfalarına “ihanetin senfonisi” olarak geçecektir.
Tarih, Gazze sokaklarında açlıktan ölen, yemek sırasına girmek için saatlerce bekleyen bebekleri, çocukları, kadınları ve yaşlıları yazacaktır. Ve bu tabloya rağmen, “Müslüman kardeş” dediğimiz Gazze bu haldeyken; bizler Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerinde festivaller düzenleyip şatafatlı eğlencelere servetler harcarken, parayı nereye harcayacağımızı bilmez bir halde yaşadığımızı da not edecektir. Gazze’nin açlık ve yoksullukla imtihan edildiği bir çağda, bizim lüksle ve gösterişle sınandığımızı kayda geçirecektir.
Ve tarih, bütün bu suskunluğu, bu duyarsızlığı, bu çelişkileri ve bu ihanetleri yalnızca bir siyasî başarısızlık olarak değil; insanlığın vicdanına kazınan kara bir leke, ümmetin hafızasına işlenen en büyük utanç olarak aktaracaktır. Gazze, yalnızca yıkılmış evlerin, yıkılmış hayatların değil; aynı zamanda kırılmış umutların ve unutulmuş kardeşliklerin de adı olacaktır.
Tarih, şunu yazmadan kapanmayacaktır: Gazze, bir coğrafya değil, bir imtihan; bir şehir değil, insanlığın gerçek yüzünü gösteren bir aynadır. Ve bu aynada, Müslüman dünyanın ve insanlığın yüzüne düşen utanç, asırlara damgasını vuracak kara bir iz olarak kalacaktır.