Tarih, bazen büyük imparatorlukların yükselişiyle, bazen de yıkılış anlarındaki destansı direnişlerle yazılır. 13. yüzyılın başları, Orta Asya ve Orta Doğu için Moğol istilasının getirdiği büyük bir yıkım ve kaos dönemiydi. İşte bu yıkımın ortasında, tarihin en büyük fatihi olarak görülen Cengiz Han’a karşı son nefesine kadar savaşan, adını Türk-İslam tarihine cesaret ve kahramanlıkla yazdıran bir hükümdar yükseldi: Celaleddin Mengüberti, nam-ı diğer Celaleddin Harzemşah. Harzemşahlar Devleti’nin bu son hükümdarı, sadece devletinin parçalanmasını engellemeye çalışmakla kalmamış, aynı zamanda tüm İslam dünyasına Moğol fırtınasına karşı onurlu bir direnişin mümkün olduğunu göstermiştir.
Bir İmparatorluğun Yıkılışı ve Genç Hükümdarın Omuzlarına Yüklenen Kader
Celaleddin Harzemşah’ın doğumu (yaklaşık 1199), Harzemşahlar Devleti'nin zirve dönemine denk gelmişti. Ancak babası Alaeddin Muhammed Harzemşah’ın yönetimi altındaki devlet, hızla yayılan Moğol tehlikesini gerektiği gibi okuyamadı. Ticari bir anlaşmazlıkla başlayan gerilim, 1219 yılında Cengiz Han komutasındaki devasa Moğol ordularının Harzem topraklarına saldırmasıyla büyük bir istilaya dönüştü. Alaeddin Muhammed, bu yıkıcı saldırı karşısında direnişi örgütleyemeyerek Hazar Denizi kıyısında vefat etti (1220).
İşte tam bu kaos ve parçalanma anında, Celaleddin Mengüberti tahta geçti. Henüz genç yaşına rağmen, tahta geçtiği an itibarıyla önündeki tek seçenek, ya devletinin küllerini Moğol boyunduruğuna teslim etmek ya da imkânsız bir direniş başlatmaktı. Celaleddin, ikincisini seçti. Tahtı devraldığında devlet, iç karışıklıklar, komşu güçlerin baskısı ve en önemlisi Moğol istilasının şokuyla sarsılıyordu. Celaleddin’in ilk görevi, dağılmakta olan ordunun moralini ve bütünlüğünü sağlamak oldu.
İndus’ta Yazılan Destan: Cengiz Han’ın Takdirini Kazanan Cesaret
Celaleddin Harzemşah’ı tarihe geçiren asıl mücadele, Moğollara karşı sergilediği emsalsiz kahramanlıktır. Moğol orduları, Celaleddin’in ordusunu takip ederek onu bugünkü Pakistan topraklarındaki İndus Nehri kıyısına kadar sıkıştırmıştır. 1221 yılında gerçekleşen İndus Nehri Savaşı, Celaleddin için kaçınılmaz bir yenilgi anlamına gelse de, onun askeri dehasını ve kişisel cesaretini doruklara taşıyan bir an olmuştur.
Savaşın kaybedildiği anlaşılınca Celaleddin, esir düşmektense onurlu bir şekilde savaşmayı tercih etti. Rivayete göre, atını şaha kaldırarak, üzerindeki zırh ve silahlarla birlikte yüksekten coşkun sulara atladı ve Moğol oklarından kurtularak nehrin karşı yakasına geçmeyi başardı. Bu olayı bizzat izleyen Cengiz Han’ın, kendisi için ne denli tehlikeli bir düşman olduğunu görerek "Böyle bir oğlum olsaydı, bütün dünyaya hükmederdim" dediği rivayet edilir. Celaleddin’in bu eylemi, sadece bir kaçış değil, aynı zamanda Moğol dehşeti karşısında Türk-İslam direnişinin sembolü haline gelmiştir.
Yeniden Toparlanma ve Batıdaki Son Çabalar
İndus Nehri'ni geçtikten sonra ordusunun kalıntılarını toparlayan Celaleddin, mücadelesini pes etmeden sürdürdü. Amacı, Moğol tehdidine karşı güçlü bir cephe oluşturmaktı. Bu amaçla, Hindistan’ın kuzeybatısında bir süre kaldıktan sonra Batı’ya, yani İran, Azerbaycan ve Doğu Anadolu bölgelerine yöneldi. Bu bölgelerdeki askeri yeteneği sayesinde kısa sürede:
-
Gürcistan Krallığı’na karşı önemli zaferler kazandı ve topraklarını genişletti.
-
Bölgedeki diğer beylikleri kendi çatısı altında toplamaya çalışarak gücünü yeniden tesis etti.
Ancak Celaleddin'in Moğollara karşı oluşturmaya çalıştığı bu son kale, ne yazık ki kendi soydaşları olan Anadolu Selçukluları ile karşı karşıya gelmesiyle kırılacaktı.
Yassıçemen Savaşı ve Harzemşahlar’ın Sonu
Celaleddin’in Azerbaycan ve Doğu Anadolu’daki agresif yayılmacı politikası, bölgedeki en güçlü Müslüman devleti olan Anadolu Selçuklu Devleti'ni rahatsız etti. İki Türk-İslam gücü, Moğol tehlikesine karşı birleşmek yerine birbirleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. 1230 yılında, Erzincan yakınlarında, Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad komutasındaki ordu ile Celaleddin Harzemşah'ın kuvvetleri Yassıçemen Savaşı’nda karşı karşıya geldi.
Celaleddin bu savaşta ağır bir yenilgi aldı. Bu yenilgi, sadece Harzemşahlar Devleti’nin sonunu hazırlamakla kalmadı, aynı zamanda Doğu Anadolu’nun Moğol istilasına karşı savunmasız kalmasına da neden oldu. Selçuklular bu savaşı kazanarak kısa vadede güçlerini pekiştirseler de, uzun vadede tampon bölge Harzemşahlar’ın ortadan kalkmasıyla Moğol baskısı doğrudan Anadolu’nun kapılarına dayanmış oldu.
Onurlu Bir Sonun Efsanesi
Yassıçemen yenilgisinden sonra dağılan ordusuyla Diyarbakır ve çevresine sığınan Celaleddin Harzemşah, 1231 yılında bir Kürt köylüsü tarafından trajik bir şekilde öldürüldü. Onun ölümüyle Harzemşahlar Devleti, fiilen tarihin tozlu sayfalarına karıştı.
Ancak Celaleddin’in mirası, kurduğu devletten çok daha büyük ve kalıcı oldu. O, tüm umutların tükendiği, büyük İslami şehirlerin yakılıp yıkıldığı bir dönemde, Moğol yenilmezliği mitini sorgulatan yegâne hükümdar olarak tarihe geçti. Savaş meydanlarında gösterdiği feragat, azim ve komutanlık yeteneği, onu Türk ve İslam dünyasında destansı bir kahraman figürüne dönüştürdü.
Celaleddin Harzemşah, sonraki yüzyıllarda Moğol ve diğer istilalara karşı direnen liderler için bir ilham kaynağı olmuştur. Onun hikayesi; edebiyatta, tiyatroda, romanda ve güncel medya anlatılarında, "vatanı için son nefesine kadar mücadele eden cesur savaşçı hükümdar" imajıyla yaşamaya devam etmektedir. Celaleddin, sadece kaybettiği bir savaşın hikayesi değil, aynı zamanda onur, direnç ve bağımsızlık aşkının sarsılmaz bir destanıdır.