İnsan, ölene kadar bıkmadan yiyebileceği bir numaralı yiyeceğin ekmek olduğunu, yine ölene kadar bıkmadan içebileceği bir numaralı içeceğin başına çayı koysak yanlış olmaz.

İnsanoğlu, her gün et yerse bıkar, her gün güveç yerse bıkar, her gün lahmacun yerse bıkar. Her ne kadar ekmek için, “İçinde morfin var bağımlılık yapar denilse de her gün ekmek yediğimiz halde ekmekten bıkmayız.
Yine insanoğlu, her gün süt içse bıkar, her gün gazoz içse bıkar, her gün limonata içse bıkar. Her ne kadar çayın içinde kafein niteliğindeki beyin fonksiyonlarını hızlandıran tein maddesi olduğu söylense de her gün çay içse bıkmaz. Bu münasebetle çayın içinde 28 mineralin bulunduğunu da not etmek lazım.

Çayın İlk Kullanımı

Çayın kökeni Çin’e dayanır. Rivayete göre, M.Ö. 2700’lerde Çin İmparatoru Shenn Nung bir çay bitkisinin altında otururken elindeki sıcak suya birkaç yaprak düşer. Suyun aldığı renk ve tat hoşuna gider; içince de kendini iyi hisseder. Böylece çay, önce ilaç olarak kullanılmaya başlanır.
M.Ö. 10. yüzyıldan itibaren içilebilir bir içecek haline gelir. Başlangıçta sadece tedavi amacıyla kullanılan çay, zamanla Çin’de ticaretin gelişmesiyle değerli bir ticaret ürünü olur.

Dünyaya Yayılışı

8. yüzyılda Çin kültürünü incelemek için gelen Japon rahipler çayla tanışır ve bu bitkiyi ülkelerine götürürler. Japonya’da çay kısa sürede sevilir ve zamanla resmi törenlerin ayrılmaz bir parçası haline gelir.
Çay, Japonya’dan Hindistan ve İran’a, oradan da Avrupa’ya yayılır. 17. yüzyılda Hollanda, Fransa, İspanya ve İngiltere çayla tanışan ilk Avrupa ülkeleri olur. Rusya ise Çin’den gelen kervanlar sayesinde çayı öğrenir. 18. yüzyılda artık birçok millet çayla tanışmış olur.

Çay ile ilk buluşmamız

Çayı ilk içen kişinin Yeseli mutasavvıf Hoca Ahmet Yesevi olduğu rivayet edilse de çayla gerçek anlamda tanışmamız 19. yüzyıla denk gelir.
1879’da Basra Valiliği’nde görev yapan Hacı Mehmet İzzet Efendi, “Çay Risalesi” adlı eserinde çayın faydalarından bahseder ve düzenli tüketimini tavsiye eder. II. Abdülhamit döneminde ise çay, ilk kez zirai bir ürün olarak düşünülür. 1894’te Japonya’dan tohum getirtilir ve Bursa’da denemeler yapılır; ancak uygun iklim koşulları olmadığı için başarılı olunamaz.

Rize’de Çayın Serüveni

1917’de Halkalı Yüksek Ziraat Mektebi Müdür Vekili Ali Rıza Erten ve heyeti, çay yetiştiriciliğini incelemek üzere Batum’a gider. Rize ve çevresinin Batum’la benzer iklim koşullarına sahip olduğunu belirten bir rapor hazırlar. I. Dünya Savaşı sebebiyle çalışmalar ertelense de 1924’te tekrar gündeme gelir. Aynı yıl çıkarılan 407 Sayılı Kanun ile çay tarımına resmi olarak adım atılır.
Dönemin Ziraat Umum Müdürü Zihni Derin, Gürcistan’dan getirttiği tohumları Rizeli üreticilere dağıtır. İlk denemeler Borçka’da yapılır ve başarılı sonuç alınır. 1937’de Batum’dan 20 ton çay tohumu ithal edilir, 1938’de ise ilk mahsul elde edilir.
Bu süreçte Hulusi Karadeniz ve Esat Özoğuz gibi isimler büyük emekler vermiştir. 1930’ların sonunda bölgede küçük fabrikalar kurulmuş ve Rize, çayın merkezi haline gelmiştir.

Bugün Çayın Önemi

Türkiye, bugün dünyada kişi başına en çok çay tüketen ülkelerden biridir. Kahvenin başrol oynadığı 1900’lü yıllardan, çayın sudan sonra en çok içilen içecek olduğu günümüze uzanan bu yolculuk, çayın kültürümüzde nasıl vazgeçilmez bir yere sahip olduğunu göstermektedir.
Çayların ana tüketim noktalarından kahvehanelerimizden bahsetmedik ama çayın kanımıza giren bir dost olduğu artık bir gerçektir.