Bizler ölümün soğuk yüzünü, hayatın en ağır gerçeği olarak tahayyül ettik yıllarca. Gözümüzde büyüttük, ondan korktuk, ondan kaçmaya çalıştık. Oysa meğer ölüm, biz yetişkinlerin tahayyül ettiği kadar uzak, soyut ve korkunç bir hakikat değilmiş. Ölüm, Gazze’de bir çocuğun adıymış; top mermilerinin, bombaların, enkaz altında kalan oyuncakların arasında sessizce solup giden bir masumiyetmiş.

Gazze’de çocuk olmak, yaşamın en temel haklarına bile erişememek demektir. Çocukların gözlerinde oyun değil, korku var; ellerinde oyuncak değil, taş var; yüreklerinde çocukluk sevinci değil, ölümün gölgesi var. Bizim için ölüm, mezarlık taşlarında yazılı bir kelimeyken, onlar için ölüm her gün sokaklarında dolaşan, evlerinin tavanına düşen, nefeslerini kesen bir gerçekliktir.

Ama Gazze’nin çığlığı yalnızca çocukların değil. Bu çığlık, anne karnında henüz dünyaya gözlerini açamadan susturulan bebeklerin çığlığıdır. Doğmadan toprağa düşen hayatların, doğar doğmaz enkaz altında kalan nefeslerin çığlığıdır. Bu çığlık, ömrü süt kokusundan ibaret kalmış bebeklerin, bir daha annelerinin kucağına dönemeyen yavruların çığlığıdır. Kadınların, doğum yapamadan, evlatlarını büyütemeden toprağa gömülüşünün çığlığıdır.

Tarihsel bağlamdan bakıldığında, bu sahneler münferit değildir. 1948 Nekbe’sinden bu yana süregelen sistematik yerinden edilmeler, kuşatmalar, zorunlu göçler, sivil hedeflere yönelik saldırılar; bugün Gazze’de yaşananların köklerini oluşturur. Bir halkın hafızası, nesli ve geleceği adım adım yok edilmektedir. Bu yalnızca savaş değil, uluslararası hukukun tanımladığı en ağır suçlardan biri olan soykırımın izlerini taşır.

1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, soykırımı yalnızca katliamlarla değil, aynı zamanda bir halkın doğum oranlarını azaltmaya, çocuklarını yok etmeye, yaşam koşullarını sürdürülemez hale getirmeye yönelik kasıtlı politikalarla da tanımlar. Gazze’de bombalarla parçalanan doğumhaneler, ilaçsızlıktan ölen bebekler, suya ve elektriğe erişemeyen yüzbinlerce insan, bu tanımın satır aralarına acı bir şekilde oturmaktadır.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre her çocuk “yaşama, gelişme, korunma ve katılım” hakkına sahiptir. Oysa Gazze’de bu haklar kâğıt üzerinde kalmış, uluslararası toplumun sessizliğiyle anlamsızlaşmıştır. İnsanlık, II. Dünya Savaşı’ndan sonra “bir daha asla” diyerek hukuk sistemleri inşa etmişti. Fakat bugün, uluslararası kurumların etkisizliği ve büyük güçlerin çıkar hesapları, “asla” kelimesini boş bir retorikten ibaret bırakmıştır.

Burada Batı’nın sömürgeci zihniyeti bütün çıplaklığıyla görünür: Demokrasi ve insan haklarını kendi çıkarları için araçsallaştıran, sözde medeniyet söylemleriyle işgal ve yıkımı meşrulaştıran bir anlayış. Gazze’de akan kanın sponsoru olan bu zihniyet, aynı zamanda Arap coğrafyasındaki rejimlerin suskunluğu sayesinde daha da cesaret bulmaktadır. Petrol zenginliklerini Batı’ya ihraç etmekte hızlı olan bu devletler, kendi ümmetlerinin kanına sahip çıkmakta suskun ve kayıtsızdır.

Sessiz kalan sadece Arap rejimleri değildir; İslam dünyasının büyük kısmı, Avrupa, Amerika ve bütün insanlık da bu sessizliğin ortağıdır. Evrensel İslam hukuku, insan hayatını ve masumları korumayı en temel ilke olarak benimser; savaş ve çatışma hâllerinde bile sivilin korunması, kadın ve çocuk haklarının gözetilmesi zorunludur. Fakat bu evrensel ilkenin uygulanamaması ve yokluğu, Gazze’deki trajedinin derinleşmesine yol açmıştır. Bu nedenle burada ölüm yalnızca biyolojik bir son değil, aynı zamanda hukuki ve ahlaki boşluğun yarattığı bir sessizlik suçudur. Sessizlik, burada en az bombalar kadar öldürücüdür; çünkü sessizlik, adaleti erteler; sessizlik, mazlumu unutturur; sessizlik, soykırımı meşrulaştırır.

Öyleyse ölüm, bizim korkularımızda büyüttüğümüz kadar heybetli değildir; asıl heybeti, Gazze’de doğmamış bebeklerin, doğar doğmaz ölen çocukların, yarım kalmış hayatların, annesiz bırakılan yavruların sessiz çığlıklarında gizlidir. Bu çığlık, yalnız Filistin’in değil, bütün insanlığın utancıdır.

İnsanlık, suskunluğunu bozmalıdır. Çünkü ölüm, Gazze’de bebeklerin, çocukların, kadınların ve masumların adı olmamalıdır. Onların adı adalet, umut, hayat ve gelecek olmalıdır. Evrensel İslam hukuku ve insanlık değerleri bunu emretmektedir; fakat bu hukuk uygulanmadığı sürece, sessizlik, en ağır suç olmaya devam edecektir.