Tarih, yalnızca zaferleri ve fetihleri değil; ihanetleri, kayıtsızlıkları, suskunlukları ve sorumluluktan kaçanları da kaydeder. 21. yüzyılın bu kritik dönemi, Gazze üzerinden İslam dünyasının diplomatik, siyasi ve toplumsal kırılmalarını gözler önüne serecektir.

Gazze’nin Tarihî Konumu ve Çıkmazı

Gazze, Filistin coğrafyasının dar fakat stratejik bir parçasıdır. Tarih boyunca çeşitli imparatorlukların, krallıkların ve modern devletlerin egemenlik mücadelelerine sahne olmuştur. Osmanlı’dan İngiliz Mandası’na, Mısır işgalinden İsrail’in kuruluşuna kadar Gazze, her zaman bir güçler çatışmasının sahnesi olmuştur. Bu tarihî süreklilik, bölgenin jeopolitik önemini artırırken, aynı zamanda yerel nüfus için sürekli bir güvenlik ve kaynak krizini de beraberinde getirmiştir.

Bugün Gazze, dünya tarihinin en yoğun nüfuslu ve en kuşatılmış bölgelerinden biri olarak dikkat çekmektedir. 2 milyon civarındaki nüfus, sınırlı kaynaklar ve sürekli insani krizle karşı karşıyadır. Siyasi olarak, Hamas’ın yönettiği bölge, İsrail’in katı ablukası ve Mısır’ın sınır politikaları nedeniyle izole bir yapıya sahiptir. Bu izolasyon, hem ekonomik hem de sosyal yaşamı doğrudan etkileyen bir faktördür.

İslam Dünyasının Rolü ve Sessizliği

Tarih, İslam dünyasının ekonomik ve askeri kapasitesini de kaydedecek. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Körfez ülkeleri, petrol ve enerji kaynakları açısından dünyanın en zengin coğrafyalarından birine sahiptir. Aynı şekilde, Türkiye, Mısır ve İran gibi ülkeler, milyonlarca askeri ve gelişmiş silah sistemleriyle bölgede güçlü bir potansiyele sahiptir.

Ancak bu güçler, Gazze’ye yönelik somut bir destek sunmakta ciddi ölçüde yetersiz kalmıştır. Petrol gelirleri ve ekonomik kaynaklar, çoğunlukla lüks tüketim, gösterişli projeler ve bölgesel nüfuz mücadeleleri için kullanılmış; Gazze’de ise sağlık, eğitim ve altyapı alanlarında ciddi boşluklar oluşmuştur. Tarih, bu kaynak dağılımındaki dengesizliği kaydedecek ve “kardeşlik yükümlülüğü” ile “ulusal çıkarlar” arasındaki çelişkiyi gözler önüne serecektir.

Bölgesel Güç Dengeleri ve Jeopolitik Çelişkiler

Gazze, sadece bir insani kriz alanı değil, aynı zamanda bölgesel güç dengelerinin de göstergesidir. İsrail-Filistin çatışması, Ortadoğu’da sadece iki devlet arasındaki sınır anlaşmazlığı değil; ABD, AB ve Körfez ülkeleri üzerinden yürütülen stratejik rekabetin de bir parçasıdır. Gazze üzerindeki sessizlik, bazen diplomatik dengeyi koruma çabası, bazen de ekonomik ve jeopolitik çıkarların önceliği ile açıklanmaktadır.

Aynı zamanda tarih, bu sessizliğin sosyolojik etkilerini de kaydedecektir. Müslüman toplumlar, Gazze’ye yönelik duyarsızlık veya yetersiz destek üzerinden içsel tartışmalar ve güven bunalımları yaşamaktadır. Bu durum, ümmet bilincinin erozyona uğradığını ve bölgesel aidiyetlerin ulusal ve ekonomik çıkarlar lehine geri plana itildiğini göstermektedir.


Tarihin Kaydı: Suskunluğun Bedeli
Bir gün tarih kitapları, 21. yüzyılda Gazze’de yaşanan insani trajediyi şöyle yazacaktır: “İslam dünyası, milyarlarca dolarlık servete, milyonlarca askere ve geniş topraklara sahipti. Ama küçücük Gazze, ekmeksiz, susuz, yakıtsız ve yalnız bırakıldı.”

Tarih, yalnızca zalimleri değil; zalimliği seyreden ve sessiz kalanları da yazacaktır. Sessizlik, çoğu zaman doğrudan bir eylem kadar etkili ve belirleyici bir rol oynar. Gazze’nin yıkımı, yalnızca İsrail’in ablukası ve bombardımanı ile değil; İslam dünyasının bölgesel çıkarlar ve iç politik kaygılar nedeniyle uyguladığı gecikmiş veya yetersiz müdahale ile de şekillenmektedir.

Gazze, bugün hem bir direniş alanı hem de İslam dünyasının kolektif vicdanını sınayan bir aynadır. Tarih, bu aynada ne kadar cesur ve sorumlu davrandığımızı ölçerken; geleceğe kalacak dersler, yalnızca siyasi analizlerle değil, insani sorumluluklarımızla da şekillenecektir.