“Gazze” adı altında Ortadoğu’ya barış getirme iddiasıyla Mısır’da yürütülen girişimler, tarihsel ve stratejik bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde oldukça farklı bir anlam kazanmaktadır.

Sisi yönetimi, uzun yıllardır ABD’nin himayesinde bulunan ve bölgedeki küresel çıkarların uygulanmasında kritik bir rol üstlenen bir aktördür.

Yüzeyde insani yardım ve barış projeleri olarak sunulan adımlar, gerçekte Ortadoğu’daki nüfuz, enerji ve doğal kaynakların kontrolünü sağlama amacını taşımaktadır.

Sina Yarımadası’nda Gazze halkı için konteyner tarzı yerleşim alanları kurulması planı, bölgenin asli halkını kendi topraklarından uzaklaştırarak ABD ve İsrail’in buraya yerleşmesini kolaylaştırmayı hedeflemektedir.

Bu durum yalnızca askeri ve ekonomik kontrolü değil; aynı zamanda bölgesel nüfus dağılımını, siyasi dengeyi ve sosyal yapıyı da değiştirmeyi amaçlayan klasik bir “demografik mühendislik” stratejisidir.

Gazze’nin asli halkının yerinden edilmesi, bölgedeki doğal ve yeraltı kaynaklarının kontrolünün küresel güçler lehine yeniden şekillendirilmesine hizmet etmektedir.

Tarihsel olarak ABD, Ortadoğu siyasetine her zaman İsrail üzerinden yön vermiştir. İsrail, bölgedeki stratejik operasyonların merkezinde bir araç olarak kullanılmış; enerji, su ve yeraltı kaynakları üzerinde hâkimiyet kurma çabası daima küresel çıkarların bir parçası olmuştur.

Bugün uygulanan “Gazze Projesi”, bu uzun vadeli stratejinin güncel ve somut bir yansımasıdır. ABD, İsrail’i yalnızca bir araç olarak kullanarak Ortadoğu’ya nüfuzunu genişletirken, Gazze halkının özgürlüğünü ve haklarını hiçe saymaktadır.

Siyasi ve tarihsel perspektifle bakıldığında, Ortadoğu’da “barış” iddiasıyla yürütülen projelerin çoğu, aslında maskeli bir müdahale niteliğindedir.

Gazze’deki insanlık dramı – beton bloklar altında ezilen çocuklar, annelerinin kucağında can veren bebekler ve açlıkla mücadele eden masum insanlar – üzerinden ilerleyen bu stratejik oyun, vicdanları sarsarken küresel menfaatlerin gölgesinde kalmaktadır.

Bu projeler, insani bir amaçtan ziyade; bölgeyi kontrol altında tutmayı, enerji yollarını denetlemeyi ve küresel çıkarları garanti altına almayı hedeflemektedir.

Gerçek barış, Gazze halkının haklarına ve özgürlüğüne adalet sağlanmadan mümkün değildir. Tarih bize defalarca göstermiştir ki, maskeli barış projeleri yalnızca güçlülerin çıkarlarını korur; mazlum halkların acısını ise daha da derinleştirir.

Gazze’de yaşananlar, “barış” söyleminin ardında hangi çıkarların gizlendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Ortadoğu’nun gerçek barışı, ancak adaletin, özgürlüğün ve insanlığın merkezde tutulduğu politikalarla mümkündür.

Eğer ABD ve sözde barış için toplanacak bütün devlet ve hükümet başkanları gerçekten samimilerse, Gazze’ye gitsinler; o yıkımı, o acıyı, o enkaz altındaki sessiz çığlığı yerinde görsünler. Ancak o zaman biz de “gerçek barış” olduğuna inanabiliriz.

Çünkü barış, savaşın yaşandığı toprakta olur; masa başında, başka ülkelerin güvenli salonlarında değil.